Actions

Work Header

wildfire

Summary:

"kiraz çiçeklerinin altında" bölümlerinin akışı ama chuuya da kitaba alınıyor

Notes:

- "kesin bir şey çıkmaz" diye türkçe fic arattığımda iki bunal fici buldum. biri yüzünden akşam akşam chuuango krizi geçirdim ve bu da onun eseri.
- animeyi hiç türkçe altyazılı izlemediğim için bazı kelimeleri ("taint" gibi) kendi kafamdan çevirdim.
- kitabın aslını okuduğum için kitaba uygun eklemeler var. araya da bir yan karakter koydum chuuya'ya yardım etmesi için
- caps lock kullanmamam dışında imla kurallarında eksiğim varsa da belirtin.

(See the end of the work for more notes.)

Chapter 1: dağların üstünde

Chapter Text

"görünüşe göre kitaba girme iznim var."
asil görünüşlü, uzun saçlı adamın lanetlenmiş kitaba yaklaştıktan sonra sözleri bu olmuştu. elinin altında parlayıp büyüyen ışık yığını, onun bozulmaya bırakılmış "kiraz çiçeklerinin altında" kitabına kabul ediyordu. sakaguchi ango... kendisini hiçbir zaman yakından tanımamıştı ryuunosuke akutagawa. oysa o an içi bunun bir önemi yoktu. bir edebiyatçının eseri lanetlendiğinde, bu edebiyatçının ne tür eseler çıkardığının ya da kişiliğinin hiçbir önemi yoktu. onun için bu kitap girişinin diğerlerinden tek farkı karşısındaki kızıl, genç adamın sözü geçen yazar için çok endişelenmesi ve onu kurtarmak istemesiydi.
"ben de girebiliyorum" dedi osamu dazai, gözünü kitaptan ayırmayarak. vekil müdür kedi, kitabın edebiyatçıları kabul etmesiyle başını eğdi.
"zamanınız kısıtlı. karşınızdaki varlık her neyse, sakunosuke oda'nın devrilmesine sebep olacak kadar güçlü. o yüzden-"
kedinin sözleri aniden çılan kapının sesiyle kesildi.

"saatlerce burada oturup onun gelmesini bekleyemem!"
kısa boylu, sarışın edebiyatçı kitaba doğru küçük bir koşuştan sonra başındaki fötr şapkasını düzeltti. akutagawa ve dazai'nin ona şaşkınca bakışlarından sonra nakahara chuuya kafasını kaldırdı ve boğazını temizledi. bu ani çıkışın açıklamasını yapması gerekmiş gibi hissetti.
"ango'nun yok olmasına izin veremem. en azından, onu hiç görmeden olmaz." u sözlerinden sonra yönünü vekil kediye çevirdi.
"kitaba girme iznim olup olmadığını öğrenmek istiyorum."
şairin sözleri kedinin aynı gün içinde bir kez daha iç çekmesine sebep oldu.
"zamanımız kısıtlı. acele et lütfen."
kedinin sözleriyle chuuya, akutagawa ve dazai gibi kitaba uzandı. genç adamın kızıl gözleri, kitaba girme iznini belirten ışıkla ve aniden kitabın içine çekilmeleriyle kocaman açıldı.
kitabın daha tam yerine oturmamış yeni doğası, kiraz çiçeği yapraklarının döküldüğü bir boşluk içinde dönüyordu. daha öncesinde bir iki kere miyazawa kenji ile kitaplara girmiş ve bozulmuşlara karşı savaşmış chuuya için bu sahne hiç de yabancı değildi. onun tam tersine, bir kitaba ilk defa girmiş dazai bu görüntü karşısında endişelenmişti. onu sakinleştirme ve bir arada tutunma çabalarına rağmen edebiyatçıların üçü de kitap içinde çok farklı yerlere dağıldı.

chuuya, kayma hissi ve bunun verdiği korkuyla gözlerini açtı. bir eli refleks olarak tutunacak bir şey aramış ve üstü düz, büyük bir taşı bulmuştu. taştan aldığı güçle nakahara taşın üzerine tırmandı. düşmemeye dikkat ederek yavaşça arkasını döndüğünde bir yokuşun üstünde, neredeyse yolunun yarısında olduğunu gördü. bu, hikayenin ana kahramanı haydutun evine giderken kullandığı yol olmalıydı. hikayenin hangi kısmında olduklarını bilmiyordu chuuya, bu yüzden yokuşu tırmanmaya ve haydutun evine göz atmaya karar verdi.
bir saat gibi geçen bir on dakikadan sonra yokuşun sonuna varmış, tepeye çıkmıştı. nefes nefese kalmanın etkisiyle chuuya, yola çıkmadan önce çömelip bir iki dakika nefeslenmeye karar verdi. küçük arası sırasında etrafı dinlemeye çalıştı. garip bir şekilde, haydudun evine yakın olsa da hiçbir çıtırtı yoktu etrafta
"bir kocalı ve yedi karılı bir ev halkı için fazla sessiz." bu düşünceyle chuuya ayağa kalktı ve arkasında kalan eve doğru adımladı. evin avlusunda içine işleyen bir üşümeyle titredi. kapısı kilitli evin etrafı ve penceresinden gördüğü kadarıyla içerisi gayet temiz ve düzgündü. insan olarak ne ango'dan, ne önceki yedi karısından ne de yeni karısından bir iz vardı ortada. yine de birilerini görme umuduyla nakahara, arkasından biri sesleninceye kadar içeriyi gözlemledi. seslenen sesle irkildi ve en azından kadınlardan birini görme umuduyla arkasını döndü. yanındaki kadın, haydudun karılarından biri olamayacak kadar genç ve şehirli gözüküyordu. ikili örülmüş bal köpüğü saçları, çiçek desenli yeşil beyaz elbisesi ve elindeki çeşitli otlarla dolu sepet onu bu dağların insan eli değmemiş perisi gibi gösteriyordu.

"sizi şehirde hiç görmemiştim. buralara yeni taşınmış olabilir misiniz?"
genç kadının tatlı sesiyle sorduğu bu soru chuuya'yı başka bir derde düşünmüştü. neden burada olduğunu, neden bir hayduda ait olduğu bilinen bir evi gözlemlediğini nasıl açıklayacaktı? chuuya şapkasını eline aldı ve saygı göstergesi olarak eğilirken o kısa zamanda bir bahane uydurmaya çalıştı.
"adım kageyama shun. kyoto'da yerel bir gazetede yazıyorum." ilk sözlerinin kadının ilgisini iyi yönde çektiğini görünce chuuya bir rahatlama hissetti. tekrardan düzgün bir konuma geçti, şapkasını taktı ve sözlerine devam etti.
"doğanın ve insanların gizemini merak eden, yerinde durmayı sevmeyen bir gazeteciyim. bu yüzden ekibim bu ormanlarda tehlikeli bir haydudun yaşadığını haber verince yaşadığım heyecanı tahmin edebilirsiniz, leydim." chuuya çekici bir sırıtışla genç kadının narin elini kibarca sıktı. sıyırmıştı, kadının gülüşünden uydurduğu şeylerin işe yaradığını anlamıştı. kadın bir saniye için gözlerini ondan ayırdı, boş eve baktı ve iç çekti.
"ormanın bu kısmını ve haydudu iyi bilirim fakat bir süredir burada yoklar."
"siktir" diye iç geçirdi chuuya. ango ve kadın, sakat hizmetçileriyle çoktan şehre taşınmış olmalıydı. yine de chuuya havasını bozmadan ve kadının dediklerine hala ilgiliymiş gibi baktı.
"nasıl yani? neden olduğu hakkında bilginiz var mı?" chuuya'nın sözleri kadına narin bir iç çektirdi.
"haydut biz şehirlilerden çaldığı şeylerle kendi hayatını ve kadınlarının hayatını sürdürürdü. yedi tane karısı vardı, yanlış hatırlamıyorsam. hatta ot toplamaya gele gele birkaçıyla arkadaş olmuştum." kadının gülümsemesi chuuya ne kadar göstermese de sıkmıştı. böyle giderse konuyu nasıl bitirtebilecekti ki?
"anladığım kadarıyla bu düzeni değiştiren bir şey olmuş." chuuya hala meraklı görünmeye çalıştı. kadın kafasını salladı.
"olaylardan biraz sonra buraya tekrar geldiğimde geride kalan kadınla konuştum. dediğine göre yeni bir şehirli kadını karısı yapmak için kaçırmış. kadın da hayduttan önceki karılarını öldürmesini istemiş. adam başta tereddüt etse de kadının cazibesine dayanamamış ve hepsini öldürmüş. yeni kadın sadece sakat kadını hayatta bırakmış hizmetçileri olsun diye. fakat bir süredir burada değiller." kadının birkaç saniye durduktan sonra fal taşı gibi açılan gözleri nakahara'yı da meraklandırdı.
"bir hafta önce haydudu şehirde alışveriş yaparken görmüştüm. evi tam olarak nerede bilmiyorum ama..."
"beni onunla konuşmam için şehre götürürseniz çok sevinirim." nakahara'nın gerçek bir heyecanla yaptığı atılma kadını tatlı bir şekilde güldürmeye yetti.
"sizin gibi harika bir beyefendiyle eve dönüş yolculuğu mu? ah, beni şu anda gerçekten mutlu bir kadın yaptınız efendim."

nakahara, kadınla beraber biraz daha aşağıda olan at arabasına binmeden önce arkasına tekrar baktı. bu istemsiz hareketini başta bir nedene vardıramadı. sanki ango'nun hala oradan çıkmasını, onu bir saniyeliğine bile olsa görmeyi bekliyordu. kadının yumuşak gülüşü ve onu arabanın içerisine çekmesiyle gözleri eski evden ve ango'nun hayalinden sıyrıldı. şimdi şehre varana kadar kadının konuşmasını dinleyeceği, boş konuşmayla sıkılacağı ve ango'nun hayaletiyle içini yiyeceği uzun bir yolculuk başlıyordu.

Notes:

ficin adını demi lovato-wildfire'dan almam... karım çok büyük bir kadın